ARKASI YARIN-I - Nilufer.ist
1506
post-template-default,single,single-post,postid-1506,single-format-standard,ajax_fade,page_not_loaded,,qode-theme-ver-7.7,wpb-js-composer js-comp-ver-4.7.4,vc_responsive
 

ARKASI YARIN-I

25 May ARKASI YARIN-I

Çocukluğumda en sevdiğim şeylerden biri arkası yarınlardı. 

Hem henüz okuma yazma bilmediğim ve beni başka dünyalara götürdüğü için, hemde bir gün sonrayı merakla beklemenin heyecanını yaratttığı için severdim. Ben de hala nostaljik bir mutluluk yaratır ‘arkası yarın’ Ve neden sitemizde de arkası yarınlar olmasın! İşte bunu daha çok seviyorum yani internetin, blog sayfamızın bu özgürlüğünü…

İlk olarak da bende çocukluk anılarımda ve kütüphanemde halen yeri olan eski bir kitap ile başlamak istedim.

Ünlü Fransız kadın yazar Colette’in 1942 yılında yayınlanan bir uzun hikayesi: GİGİ. Yayınlandığında yazarını bile hayrete düşüren bir ilgiyle karşılaşan eser piyes ve film haline de getirilmiş. Hatta Evelyn Kayes ve Audrey Hepburn bu piyes sayesinde meşhur olmuşlar. Ama maalesef yaş itibarıyle onları seyredemediğim için sizlerle paylaşamayacağım. Biraz dili eski gelebilir sizlere ama ne demiştik nostalji…

GİGİ’yi bir sevginin hikayesini umarım sizlerde seversiniz.

GİGİ BÖLÜM1:

_ Unutma, Alicia halana gideceksin. İşitiyormusun, Gilberte gel de saçlarını sarayım. Gilberte, sana söylüyorum!

_ Böyle gitsem olmaz mı, büyükanne?

Madam Alvarez, sakin bir sesle:

_ Olmaz yavrum, dedi.

Mavi bir alev veren ispirto ocağının üzerine, yuvarlak saplı eski saç maşasını koydu, ipek kağıtları hazırladı.

_ Ne olursun büyükanne, bu seferde yandan şöyle bir sıra dalga yapsan?

_ Olmaz, dedim. Sen yaşta bir kız için kıvrık saçlarla dolaşmak yakışık almaz. Otur şuraya.

Gilberte, onbeş yaşındaki kızlarda görülen leylekimsi bacaklarını büktü, alçak tabureye oturdu. Ekose etekliği açılmış, kaba yün çorapları, diz kapaklarının kusursuz yuvarlaklığı meydana çıkmıştı. Madam Alvarez, torunun uzun adaleli bacaklarına, kemerli ayaklarına bakar, niçin bir bale okuluna vermedik diye üzülürdü. Ama şu anda, böyle bir şey düşündüğü yoktu. İnce kağıda sarılmış buğday rengi perçemleri sıcak maşayla büküyor, Gilberte’in henüz kadınlaşmamış omuzlarına kadar inen gür ve bakımlı saçlarında becerikli tombul elleriyle hareketli ve elastiki bukleler yaratmağa çalışıyordu. İnce kağıdın vanilyayı andıran kokusu, maşanın sıcaklığı genç kıza bir uyuşukluk vermişti. Gilberte, karşı gelmenin bir işe yaramıyacağını bilir, evde bir gelenek gibi hüküm süren sükunetini bozmağa hemen hemen hiç yeltenmezdi.

_ Annem bugün Frasquitayı mı söyliyecek?

_ Evet. Akşam da ‘’Kral olsaydım’’ı. Kaç kere tembih ettim sana, alçak bir iskemleye oturdun mu, dizlerini birleştir ve sağa bük. Edeb nedir bilmezmisin sen?

_ İyi ama büyükanne, hem pantalonum var, hem iç etekliğim var.

_ Pantalon başka, edeb başka. İş oturmayı bilmekte.

Gilberte bir dam gibi başını kaplayan saçların altından mırıldandı:

_ Biliyorum, Alicia haladan az işimedim bu sözü…

Madam Alvarez hemen aksilendi:

_ Sana adabı muaşeret öğretmek için kızkardeşime ihtiyacım yok… Çok şükür bu mevzuda ondan aşağı kalır tarafım yoktur.

_ Ben burada kalırsam önümüzdeki pazara beni Alicia halama yollarsın değilmi büyükanne?

Madam Alvarez başını dimdik tutuyordu:

_ Ya! Dedi. Başka emirleriniz yok mu, hanımefendi?

_ Vaaar… Eteklerimi biraz daha uzun yapsınlar, otururken iki büklüm olmıyayım. Bunlar çok kısa: Hep oram görünecek diye korkuyorum.

_ Sus! Oram demeğe utanmıyormusun sen?

_ Asıl adını bilsem söylerim ama…

Madam Alvarez petrol ocağını söndürdü, şöminenin aynasında kalın hatlı İspanyol çehresini süzdü ve kararını verdi:

_ Haklısın başka adı yoktur.

Buğday rengi bukle dizilerinin altında, ıslak arduaz maviliğinde şüphe dolu bir bakış ışıldadı ve Gilberte birden doğruluverdi:

_ Sahi ama büyükanne, bak eteklerimi bir karış uzun yapsalar…Yahut küçük bir volan ekleseler…

_ Ayol, sen anneni hiç düşünmezmisin? Onsekiz yaşında at gibi bir kızdan farkın kalmaz, annen de işinden olur! Biraz kafanı işletsene!

_ İşletiyorum! Ama annemle hiç çıkmadığıma göre, yaşımın ne önemi var?

Karnında toplanan etekliğini düzeltti ve sordu:

_ Her günlük mantomu giyeyim, ha? Kim bakacak?

_ Yok öyle şey. Pazar, pazardır. Düz mantonu giy, o mavi kanotye şapkanı da al. Her şeyin bir usulü var.

Ayağa kalktığı zaman, Gilberte, büyükannesi kadar boylu görünüyordu. İspanyol olan ilk aşığının adını taşıya taşıya, Madam Alvarez’in yüzüne bir tereyağ solukluğu gelmiş, semizlemiş, saçlarına okkayla biryantin koymağa başlamıştı. Kullandığı pudra çok beyazdı, pörsüyen yanakları göz kapaklarını aşağıya çekiyordu. İspanyolluğun elden gittiğini görünce, bu sefer küçük adını da İnese çevirmişti. Kızı Andree, Gilberte’in babası tarafından terk edilince refahını gelip geçici aşıkların cömertliğine borçlu olmaktan sıkılmış, devlet tiyatrolarından birinde ikinci sınıf şarkıcılığa razı olmuştu. Alicia halaya gelince, evlenme teklifi aldığı bugüne kadar duyulmuş şey değildi, ayrı bir evde gelirleriyle geçiniyor ve bütün aile, belki yargılarındaki isabet, belki de mücevherleri için ona saygı gösteriyordu.

Madam Alvarez, torununun, başındaki tüylü fötr şapkadan ayağındaki topuksuz hazır iskarpine kadar şöyle bir süzdü.

_ Bacaklarını ayrık tutmasana! Neredeyse altından Seine nehri geçecek. Tazı gibi karnın var, yine de bir yolunu bulup göbeğini çıkarıyorsun. Hem rica ederim, eldivenlerini al.

Gilberte’in her hareketinde saf çocukların umursamazlığı vardı. Ona sıska melek, kız kılığına girmiş oğlan diyenler çıkabilirdi, fakat genç kız demek kimsenin aklına gelmezdi. Madam Alvarez, ikide bir: ‘’Uzun etek senin ne ne? Derdi. Sekiz yaşındakiler senden akıllı.’’ Andree içini çekerdi: ‘’Bu kız sebebim olacak!’’ ‘’- Sen vesile arıyorsun. Ben olmasam , başka biri sebebin olur.’’ Gilberte bu cevabı hiç sinirlenmeden verirdi. İpek gibi huyu vardı. Evden dışarı çıkmıyor, insan yüzü görmüyorum diye muzırlık etmezdi. Yüzüne gelince, sonunda ne olacağı pek belli değildi. Güldüğü zaman kar gibi beyaz ve sağlam dişlerini meydana çıkaran büyük bir ağzı, küçük bir çenesi, kalkık elmacık kemiklerinin ortasında bir…. bir burnu vardı. Anası içini çeker: ‘’Bu küçük mantar gibi burnu kimden almış?’’ derdi. Madam Alvarez hemen taşı gediğine koardı: ‘’ Aman kızım, sen bilmezsen kim bilecek?’’ Bunun üzerine çok geç uslanıp, çok erken yorulan Andree ağzını kapar, dalgın bir hareketle hassas bademciklerini yoklardı. Alicia hala hükmünü vermişti: ‘’Gigi bir ham maddeden farksızdır. Sonu çok iyi de olabilir, çok kötü de.’’

_ Büyükanne kapı çalındı, ben giderken açarım… Büyükanne diye koridora bağırdı, Tonton Gasto geldi!

Salona döndüğü zaman, yanında uzun boylu genç bir adam vardı. Koluna yapışmış, teneffüse çıkmış öğrenciler gibi durmadan konuşuyor, yarı ciddi, yarı çocukça şeyler anlatıyordu.

_ Ne yazık ki fazla kalamayacağım  Tonton! Alicia halamı görmeliymişim, büyükannem söyledi. Hangi arabayla geldiniz, bugün? Şu dört kişilik yeni Dion Bouton mu? Tek elle sürülebiliyormuş! Tonton, kimbilir ne güzel eldivenleriniz vardır? Şey, Tonton, sahi Liane ile bozuştunuz mu?

Madam Alvarez çıkıştı:

_ Gilberte! Utanmıyor musun!

_ İyi ama, büyükanne, herkes biliyor bunu. Gil Blas ‘da okudum, şöyle başlıyor: ‘’Şeker kralının pancarlarına gizli bir ekşilik arız oldu….’’ Derste, kızların hepsi gelip bana anlattılar, sizi tanıdığımı biliyorlarya. Hem ben size bir şey söyliyeyim mi Tonton, hiç biri haklı bulmuyor Liane’ı! Gülünç oldu diyorlar!

_ Gilberte, sana söylüyorum! Mösyö Lachaille’a allahaısmarladık de ve çabuk git!

Gaston Lachaille içini çekti:

_ Bırakın yavrucağız, bildiği gibi konuşsun. Hiç olmazsa niyeti kötü değil. Hem doğru da söylüyor, Liane ile aramızda bir şey kalmadı artık. Alicia halana mı gidiyorsun, Gigi? Şoföre söyle, seni oraya bıraksın sonra buraya gelsin.

Gilberte bir çığlık attı, havaya sıçradı, Lachaille’a sarıldı:

_ Mersi Tonton! Alicia halamı görme artık! Hele kapıcı çatlayacak!

Sonra, nallanmamış bir tay gibi büyük bir patırdıyla çıktı.

Madam Alvarez:

_ Çok şımartıyorsunuz, Gaston, dedi.

Bu söz, gerçeğe pek de uygun sayılmazdı.

Gaston Lachaille, parayı har vurup harman savuracak, onu bunu fazla şımartacak adamlardan değildi; her hareketi belli ölüçüye, şaşmaz bir düzene göre ayarlanmıştı: Usuldendir diye otomobilleri ve Parc Monceau’da sevimsiz bir evi vardı; Liane’a her ay para, doğum gününde bir değerli taş verir, yazları Deauville’de, kışları Monte Carlo da şampanya içip bakara oynıyarak geçirirdi. Aklına esince, yardım sandığına büyük para bağışlar, bir yat alıp az sonra Orta Avrupadaki krallardan birine satar, yeni çıkacak bir gazeteye sermaye yatırır, gene de iç sıkıntısından kurtulamaz, aynada yüzünü gördükçe: ‘’ Tam kazık yemiş bir adam  suratı var bende!’’ diye söylenirdi. Doğuştan tüccar olması ve bütün zenginler gibi kimseye güvenmemesi onu birçok şeylerden koruyordu. O güne kadar, biri çıkıp da gömleğinin inci düğmelerini, elmas kaplı gümüş tabakasını veya kara samur kaplı mantosunu çalmağa muvaffak olamamıştı.

Pencereden arabanın kalktığını gördü. Caroline Oliro, Liane de Pougy gibi o yılın, yani 1899 yılının gözde kadınları büyük şapka modasını getirdikleri için, otomobillere de bir yayvanlık, bir irilik arız olmuştu. Tabii, sert dönemeçlerde, uykuya yatar gibi büyük bir rahatlıkla kapaklanıveriyorlardı.

 * Arkası Yarın*

Yorum Yapılmamış

Yorum yap
CAPTCHA

*

Başa Dön