ÖLÜME DEĞİL HAYATA MAHKUM EDİLMİŞİZ - Nilufer.ist
15817
post-template-default,single,single-post,postid-15817,single-format-standard,ajax_fade,page_not_loaded,,no_animation_on_touch,qode-theme-ver-7.7,wpb-js-composer js-comp-ver-4.7.4,vc_responsive
 

ÖLÜME DEĞİL HAYATA MAHKUM EDİLMİŞİZ

15 Oca ÖLÜME DEĞİL HAYATA MAHKUM EDİLMİŞİZ

Felsefe, okumaya başladığım ilk günden beri ilgimi çekmiştir.

Her düşünce ve düzeyde felsefe kitaplarını zevkle okurum ama bu merakım giderek kronolojik olarak felsefenin gelişimini incelemeye kadar vardı. Ve bu yolun önemli temel taşlarından biri olarak gördüğüm Arthur Schopenhauer’ın Hayatın Anlamı kitabını da yeni bitirdim ve sizlerle paylaşmak istedim. İlk başta sıkıcı gibi görünen felsefe kitaplarının beynimizde açtığı kapıların ardından giderek kendimizi çok farklı konularda fikir geliştiriyorken bulabiliriz. Asıl sıkıcı olan toplumun ve bizim kendimiz için yarattığımız dört duvarların arasında aynı bakış açısına takılıp kalmamızdır. Lütfen değişmeyen tek şeyin değişim olduğunu unutmayalım!

Arthur Schopenhauer

Felsefenin ilkesel kavramı ‘İrade’ üzerine düşünen ve yazan bir felsefeci olan Schopenhauer Platon ve Brahmanizm den etkilenmiştir. F. Nietzsche’nin benim öğretmenim dediği Schopenhauer aynı zamanda dönemdaşı Goethe’nin hayranlık duyduğu, Kant’ın fikirlerine destek verdiği, Newton ve Hegel’in ise akademik polemiklerle karşısında durduğu ateizme yakın kötümser bir felsefecidir.

Doğuştan gelen tek bir yanılgı vardır. O da mutlu olmak için burada olduğumuzu sandığımızdır diyen Schopenhauer, görünen dünyanın ardında yatan esas gerçekliğin istenç olduğunu ileri ssürer. Schopenhauer’a göre bu istenç akılsız, bilinçsiz bir öze sahipti ve kendisini fenomenler dünyasında gösteriyordu. Bütün görünenlerin kaynağıydı. İnsan bedeni de onun eseriydi. Aklın denetiminde olmayan bu istenç, insanları parmağında oynatıyor ve geçici tatminlerle veya ulaşılamayan hayâllerle, insanı hiçbir zaman dışına çıkamayacağı bir bıkkınlık ve acı döngüsüne sokuyordu. Ona göre; bu anlamsız, boş, acıyla dolu ve kötü hayattan kaçınmanın tek yolu vardı: İstencimizi öldürmek! Bu onu Hinduizm, Budizm gibi dünyevi bir yaşamdan el çekmeyi ve bir keşiş gibi yaşamayı, başkalarına yardım etmeyi, mutluluğumuzu olabildiğince arttırmayı değil, acılarımızı olabildiğince azaltmayı öneren bir yaşam şeklini önermeye yöneltti. Felsefesi, aklın (rasyonalizm) temele oturtulduğu felsefe tarihinde yeni bir bakış açısı anlamına geliyordu ve psikoloji, psikanaliz, müzik, edebiyat gibi entelektüel ve sanatsal alanlarda büyük etki gösterdi.

Schopenhauer’a göre mutluluk her zaman ya geçmişte ya gelecektedir. Biz ise şu andayız ve bu yetersiz kısa anda bir sabun köpüğü gibi hemen söner dolayısıyla elimizde geri döndürülemez bir geçmiş ve ne olacağı belirsiz bir gelecek vardır. Herhangi bir insan hayatının mutluluğu; onun neşesi ve zevkleriyle değil, keder ve ıstırabın yokluğuyla ölçülmesi gerektiğini savunur Schopenhauer. Hayvanların hayatı insanın hayatına göre daha az acı ve ıstırap, ama aynı zamanda daha az zevk ihtiva eder. Bunun en başta gelen sebebi onların bir taraftan bütün gaileleriyle birlikte tasa ve kaygıdan azade ama diğer taraftan gerçek umuttan da yoksun olmalarıdır. Dolayısıyla bize zevk ve neşlerimizin en çoğunu ve en iyisini veren şeyden, keyifli düşsel görüntüler geçidiyle birlikte mutlu bir geleceği akılda canlandırma gücünden onların payına hiç bir şey düşmemiştir. Biz bunu tasavvurlarla birlikte muhayyile dediğimiz şeye borçluyuz; dolayısıyla onlar bu anlamda umuttan yoksundurlar. Bu her iki yoksunluğun da temelinde yatan şey, onların bilinçlerinin sezgisel olarak algıladıklarıyla, dolayısıyla içinde yaşadıkları anla sınırlı olmasıdır.

Para deniz suyuna benzer, ne kadar çok içersen o kadar çok ona susarsın der Schopenhauer. Bir tatmini, bir arzunun doyuma ulaşmasını umut edip beklemek suretiyle bir insanın peşinen yaşadığı haz ondan elde edilecek gerçek haz ve mutluluğu alıp götürür.

Yaşam ölümden alınan bir borç, uyku da bu borcun günlük faizi olarak görülmelidir düşüncesiyle ölüme değil ama hayata mahkum edilmişiz diye savunur Schopenhauer felsefesi.

Intihar hakkında da çok ilginç fikirleri var Schopenhauer’in; diyor ki, kural olarak hayatın korkuları ölümün saldığı ürpertilerden ağır basar basmaz bir insanın kendi arzusuyla hayatına son verdiği görülür. İntihara götüren değerlendirme kişinin gerçek hayatının şartlarının kusurlu olmasıdır. Yani intihar güdüsü ; Schopenhauer’ın savunduğu varoluşumuzun gayesi olarak ileri sürülecek tek şey vardır o da varolmamanın bizim için daha iyi olacağı bilgisinin insan da yarattığı dünyaya karşı isteksizlikten kaynaklanmamaktadır. İntihar eden kimse hayatı ister ama onun kendisine verdiği şartlardan memnun değildir. Ona göre; Binlerin mutluluk ve neşe içerisinde yaşamış olması asla tek bir kişinin ıstırabını ve can çekişmesini telafi etmeyecektir; nasıl ki hali hazırdaki iyiliğim daha önceki ıstıraplarımı yaşanmamış hale getirmezse. Dolayısıyla dünyadaki kötülük olduğundan yüz kat daha az olmuş olsaydı bile onun safi mevcudiyeti değişik şekillerde dile getirmiş bir hakikati… yani dünyanın varlığına sevinmemeli bilakis üzülmeliyiz; onun varolmaması varolmasına tercih edilirdi.

Bana göre oldukça pessimist bir yaklaşımı var filozofun ama anlatım dili ve kendi söylemine karşı gibi görünen fikirleri bile farklı bakış açılarıyla yaklaşarak kendi lehine çevirecek şekilde savunması sizde haklı olduğu izlenimi uyandırması hayranlık verici.

Yine de ‘Kıymeti yoktur tek bir ıstırap karşısında binlerce hazzın’ söylemi çok tartışmaya açık!

* ‘Sırrım konusunda sessizliğimi korursam benim esirim olur; eğer ağzımdan kaçırırsam ben onun esiri olurum.’ En beğendiğim sözü*

Yorum Yapılmamış

Yorum yap
CAPTCHA

*

Başa Dön